ÖNCEDEN KAPATILMIŞ BENLİK VE İLETİŞİMDEKİ OLUMSUZ SONUÇLARI
ÖNCEDEN KAPATILMIŞ BENLİK VE İLETİŞİMDEKİ OLUMSUZ SONUÇLARI
Niçin anlaşılmayı bekliyoruz?
Çocukluğumda ne kadar rahattım. İçimde iki,üç kişi birden konuşmazdı.
Bir tek kişiydim ve sadece kendi yaşantımdan haberdardım.
Sonra herkes bana neyin iyi neyin kötü olduğunu söylemeye başladı.
Konuk geldiği zaman niçin konuşmuyorsun,bak sana adını soruyorlar! derken,yarım saat sonra,
Küçükler çok konuşmaz!`diye azarladılar. Böylece ben ,iki ben oldum.
Benler`den birisi bir şey yaparken öteki ben sürekli onu ayıpladı. Neleri sevmem, nelerden hoşlanmam gerektiğini,biri diğerine söylemeye başladı.Ama çoğu kez birbiriyle anlaşamıyorlardı.Bu tartışma hala içimde sürüp gidiyor.
Çocukken ben bendim ve iyi bir bendim.
Büyüdükçe,dışarıdaki otoriteleri temsil eden ben de sesini duyurmaya başladı.O zaman kafam iyice karıştı,çünkü bir tane değil,o kadar çok otorite vardı ki dışarıda...
Doğru dürüst otur kızım, Burnunu odadan çıkıp öyle temizle,Şunu yapma dedim,ayıptır!
Vah zavallı, daha çatal bıçağı nasıl kullanacağını öğrenememiş, Geceleri tuvalete çıkınca sifonu çek, yoksa kokar! Gece tuvaletin sifonunu çekme, uyuyanları uyandırıyorsun! İnsanlara terbiyeli davran,onları sevmesen bile,kalplerini kırmamaya bak!Dürüst ve açık kalpli ol,yalan söyleme!
İnsanların yüzüne onlar hakkında ne düşündüğünü söylemezsen, bu korkaklıktır.
Bir meslek sahibi olmak hayatta en önemli şeydir,
Hayatta en önemli şey evlenmektir.
Başkalarına o kadar önem verme,
Herkesin seni sevmesi en önemli amacın olmalı,
Aklından geçen şeyleri kimse yüzünden ve sözünden anlayamamalı,
En önemli şey girişken olmaktır.
Bir ben nasılsa öyle kalmak ister,halinden memnundur.Fakat o ben memnun olduğu zaman ,öteki ben `Hadi çalış,işe yarayacak bir şey yap,der.
Ben bulaşıkları yıkamaktan hoşlanır. Öteki bene göreyse bu,`Aman ne tuhaf!`tır. Ben insanlarla birlikte olmaktan ama onlarla konuşmadan vakit geçirmekten hoşlanır. Öteki ben,Konuş der.Konuş,konuş,konuş!`Ben in kafası iyice karışır.
Nesnelere sahip olmaktan çok, onlarla oynaması hoşuna gider. Ama ,`Böyle gidersen adam olmazsın,yiyecek ekmeğe muhtaç kalırsın,`diye karşı çıkar diğer ben.
Ben vermekten hoşlanır; eğer birisinin bir şeye ihtiyacı olduğunu hissederse verir.`Ne yapıyorsun sen niçin veriyorsun? kendine sakla sana hiçbir şey kalmayacak!`der öteki ben
(Steven;1975 akt;Cüceloğlu)
İLETİŞİME GEÇİYORUZ?
İletişime geçtiğimizde hangi benliğimizi kullanıyoruz? Duygu ve düşüncelerimizin oluşumunda, beden dilimizle verdiğimiz mesajlarda hangi kişisel ve sosyal faktörler etkili oldu? Kalıtım ve öğrenme yoluyla gerek ailemizden gerekse yaşamış olduğumuz çevreden kişilik özelliklerimizi kazanırız. Kendi içsel konuşmalarımız bizim algı çerçevemizi oluşturur. Öğrendiklerimiz ve bize gelen mesajlarla kendimiz hakkında fikir yürütürüz. Kişinin kendisi hakkında oluşturduğu yargıya da benlik bilinci adı verilir.
Benlik bilincimizin temeli ailemiz tarafından çocukluk çağımızda ( bir-beş yaş) oluşmaya başlar ve ergenlik dönemiyle birlikte gelişmektedir . Değişik kimliklerin denendiği bir maraton sonucu kişi kendi öz benliğine kavuşur . Bazıları benlik arayışına hiç girişmezler , anne babalarının kendileri için hazırladıkları benliği sorgusuz bir biçimde başka seçenekleri araştırmadan olduğu gibi benimserler. Böylece kurallara bağlı tutucu bir kişilik kazanmış olurlar. Buna önceden kapatılmış benlik adı verilir. Kendi benliklerini keşfedemeyenler yaşamları boyunca hiçbir düşünce yapısı ve kişi ile bağlılık ilişkisine girişemezler. Kim oldukları, ne yapmak istedikleri ne gibi değerlere önem verdiklerine ilişkin düşüncelerinde belirsizlik vardır. Benliklerini bulmuş kişilerin kendilerine ilişkin daha olumlu duygular taşıdıkları, başkalarının kendilerini tanımasından daha az rahatsızlık oldukları ve sosyal ilişkilerinde kendilerini daha az odak noktası olarak gördükleri tespit edilmiştir.
Kısaca iletişimle birlikte benlik bilincimiz oluşur. İletişim sayesinde diğerlerinin gözüyle kendimize bakabiliriz . Benliğimiz oluştuktan sonra diğerleriyle olduğu gibi kendimizle de iletişim kurabiliriz. Fakat toplum içinde sağlıklı bir birey olabilmek için toplumsal iletişimden kendimizi soyutlayamayız.
Bireyin kendisi ve toplumsal davranışları hakkındaki yargısını belirleyen şey onun başkalarının kendisi için ne düşündüğünü bilmesidir. Başkalarının bizim hakkımızdaki değerlendirmeleri ve kendi algılayışımızla uyuşuyorsa olumlu bir benlik kazanırız. Olumsuz bir benlik ise kendilik kavramımızı zayıflatır. Kendini değersiz bulan kişiler küçükken sürekli olarak kendilerinden daha zeki olduğu söylenen kardeşleri ya da arkadaşları ile kıyaslanmışlardır. Kendilerini “akılsız”, “ahmak” bilerek büyümüşler arkadaşları tarafından alay edilerek koşullandırılmışlardır. Kimine “şişko” denmiş kimine de gözlük taktığı için “dört göz” adı verilmiştir. Yapılan araştırmalara göre reddedilen çocukların , sosyal algı ve sosyal sorunları çözme beceri düzeylerinin de düştüğü bilinmektedir. Çocukların sevilip sevilmemelerinin de fiziksel becerileri ve annelerinin sosyal sorun çözme becerileri ile ilişkili olduğu görülmüştür.(N.Hortaçsu;2003) Örneğin Kendisini “kötü bir öğrenci” olarak tanıyan bir öğrenci sınıftaki başarısızlığına dair bir çok neden bulur. Fakat bu kişinin davranışını yakından gözlerseniz , onun iyi bir öğrenci olmaktan adeta çekindiğini fark edebilirsiniz. Çünkü kötü bir öğrenci olmak onun benlik bilincine uyar. İyi bir not alabilmesi de ancak bu kısır döngüyü kırıp gerçek potansiyelini ortaya çıkarabileceği sağlıklı bir ortamda benliğini yeniden inşa etmesine bağlıdır.
Tüm canlılar hayatta varlığını sürdürebilmek için bir var oluş çabası içindedirler. Bu çabalayış sırasında yalnız kalmamak için çevremizdekilerle sürekli bir iletişim içerisinde oluruz. İletişim sadece haberleşme değildir. İletişim bilgi üretme, aktarma ve anlamlandırma sürecidir. İletişim, iletilen bilginin hem gönderici hem de alıcı tarafından anlaşıldığı ortamda bilginin bir göndericiden bir alıcıya aktarılma sürecidir. İletişim tüm tarafların üzerinden bilgi alışverişi yapılacak ortak bir dili anlamalarına ihtiyaç duyar. Bilgi alış verişi sayesinde ne istediğimizi duygularımızı ve bizden beklenileni ve nasıl davranacağımızı belirlemiş oluruz. Nitekim anlamak ihtiyacına doğuştan sahibiz. Anlamak kadar tabi ki anlaşılmak da bir ihtiyaçtır. Fakat kişiler arası iletişimimizde hangisine öncelik vermemiz gerektiğini bazen fark edemeyebiliyoruz. Sağlıklı bir iletişim için öncelikle kendimize “beni anlamıyorlar” yerine “ben anlıyor muyum?” sorusunu sormak yerinde olacaktır. Biliyoruz ki doğru anlamak ve anlaşılmak için iki düşünüp bir konuşmalıyız. İki kulağımız bir ağzımızın olmasının hikmetini de burada arayabiliriz.
Ne renk olursa olsun gözün rengin, karşındakinin gördüğüdür gözün rengin. Yunus Emre bu güzel vecizeyle algıladıklarımızı akıl süzgeçlerimizden geçirerek yaptığımız kendi öz yorumlamalarımız olduğunu anlatmıştır. Çoğumuzda başkalarının yaşam tarzını kendi öz yaşamımızla değerlendirme eğilimi vardır. Bu algılayış benmerkezci yaklaşımı benimsemiş olmaktan gelmektedir. Oysaki herkesin dünya görüşü, beklentileri, aileden almış olduğu eğitime ve yaşadığı sosyal çevresine göre değişmektedir. Yani karşımızdakini anlayabilmenin ön şartı onun farklılıklarını kabul etmektir. Varlığını onamaktır.
En çok iletişim kazalarına neden olanlardan biri de konuyu anlamadan teşhis koyma eğilimidir. Kendisine anlatılan sorunu ya da kişiyi; bulunduğu durum, zaman, ortam ve yaşanılan duyguları kendi içinde değerlendirmeden peşin hükümler vermek yanlış anlaşılmalara pişmanlıklara sebep olabilir. Buna kısaca psikolojik gürültü yani söyleyenin anlamından başka bir şekilde yorumlaması diyebiliriz. İnsan ilişkilerindeki kopmanın temelinde bu gürültü yatar. Boşanmaların, kırılmaların, küsmelerin ve evi terk ederek kaçmaların altında yanlış anlama ve yorumlamalar, başka bir ifadeyle psikolojik gürültü yatar. Eğer değerlendirmelerimizi sadece kendi gözümüzle değil de toplumun ya da ötekinin gözlükleriyle de yaparsak iyi bir iletişim gerçekleştirmiş oluruz. İletişim içindeki taraflar birbirlerini, beklentileri doğrultularında tanımladığı sürece aksamadan devam eder.
İletişimde alınan ve verilen mesajların birbiriyle ilişkili olması gereklidir. Günlük yaşamdaki yorgunluk, aşırı stres, yanlış anlama, dikkat dağınıklığı sebebiyle ilişkiler bozulabilmektedir. Eğer bu aksaklık uzun süre devam ederse ruhsal dengede bir bozukluk belirtisi ortaya çıkabilir.( D.Cüceloğlu; 1993) Sağlıklı insanlar için gönderilen mesajın hedefe doğru bir biçimde aktarılması önemlidir. Birbirlerini görmeyen iki kişiden sadece biri konuşma olanağına sahipse ya da bedensel anlamda var olup düşünceleri ile başka bir boyutta ise bu bir iletişim olmaktan çıkar ve sadece iletiş söz konusu olur. Bazı kişiler ise sadece anlaşılmayı bekledikleri için karşısındakine konuşma fırsatı vermeden pasif bir şekilde dinlenilmesini ister. İletişimden değil de kendi iletimlerinden zevk alırlar. Oysaki karşımızdaki kişi ile iletişime geçmek için öncelikle ona ilettiğimiz mesajlar hakkında geri bildirimde (feedback ) bulunma fırsatı vermeliyiz.
Etkin bir iletişim için her şeyden önce karşımızdakini sabırla dinlemeyi öğrenmeliyiz. Kişisel ön yargılarımızla peşin hüküm vermeden erken teşhis koymadan nötr bir biçimde dinlemek karşımızdakini anlamak için yeterli olacaktır. . Karşımızdakini anlıyormuş gibi davranarak aslında dinlemiyor olmak yani görünüşte dinleme, dinlerken algıda seçiciliği etkin kullanarak sadece dikkatini çekeni almak, karşısındakini alt etmek için kullanılan tuzak kurucu dinleyicilik, çözüm odaklı olmayan sadece konuşulanlarda kalan yüzeysel dinleme; anlaşılmayı engelleyen karmaşayı ve yanlış anlaşılmaları arttırtan iletişim hatalarındandır. Aktif bir dinleyici ise karşısındaki kişiyi anlayabilmek sorununa çözüm üretebilmek için “doğru ya da yanlış olarak yargılamadan kendisine ayna tutarak problemin çözüm yolunu kendisinin keşfetmesini sağlar. Eğer karşımızdakine akıl verici doğrultuda doğru bile olsa yargıda bulunursak karşımızdaki de buna paralel olarak savunucu bir iletişime geçer ve durumun sadece olumlu yönlerini anlatmaya yönelir. Kaçınılmaz bir sonuçla zarar verici yanlış kararlar ve yanlış anlaşılmalar ortaya çıkabilir.
Aile uzmanı, Brigham Young Üniversitesinde öğretim görevlisi Stephen R.Covey, anlaşılmayı belemek yerine anlamayı, sempati yerine empatiyi güzel bir örnekle açıklamıştır. İletişim modellerimizde birine yardım etmek için çaba sarf etmek teşhis koymak yerine bulunduğu durumda onu sadece anlamak için dinlemenin yeterli olacağını çok iyi biçimde anlatan bir diyalog. Gözlerinden rahatsız bir adam şikâyetlerini kısaca dinledikten sonra kendi gözlüğünü hastaya takıyor. Çok geçmeden hasta bu gözlükle hiçbir şey göremediğini söylüyor. Dr. da hastaya” bu gözlüğü 10 senedir kullanıyorum bu çok işime yarıyor, biraz daha deneyin ” diyor. Hasta her şeyin bulanık olduğunu ve onu takmak istemediğini söylese de Dr. olumlu düşünmesini istiyor ve “amma da nankörsünüz. Size yardım etmek için bunca çaba harcadım” şeklinde azarlıyor. Tedaviden önce teşhis koymayan birine güvenemeyeceğimiz için tekrar yardıma ihtiyacımız olduğunda bu doktora gitmeyeceğimiz malumdur.Lakin iletişim kurarken, öneride bulunmadan önce ne kadar sık teşhis koyuyoruz! Çoğumuz kendi yaşam öykümüzle farklı olduğumuz düşüncesiyle anlaşılmak isteriz. Konuşmalarımız kollektif monologlara dönüşür ve karşımızdaki kişinin içinden neler geçtiğini hiçbir zaman tam olarak anlayamayız. Başka biri konuşurken onu genellikle dört düzeyden birinde dinleriz. Bu kişiyi umursamıyor, aslında onu hiç dinlemiyor olabiliriz ya da dinliyormuş gibi yapıyor olabiliriz. Seçerek dinliyor, konuşmanın belirli bölümlerini duyuyor olabiliriz. Hatta dikkatle dinliyor, ilgi gösterip enerjimizi söylenen sözlere yöneltiyor da olabiliriz. Ama pek azımız empatiyledinlemeyi kendisini karşındakinin yerine koyarak dinlemeyi sever.
Empatiyle dinlemek karşı tarafı değer yargısını işin içine katar. O mercekten bakar dünyayı onların gördüğü gibi görür. Onların paradigmasını ve ne hissettiklerini anlarsınız. Empati sempati değildir. Sempati bir tür onaylama bir tür yargıdır. Kimi zaman daha uygun düşen yanıttır. Ama insanlar çoğu zaman sempatiyle beslenir. Empatiyle dinlemenin özü karşımızdakinin fikrini onaylamanız değildir. Onu tam anlamıyla derinlemesine hem duygusal hem dezihinsel açıdan anlamanızdır. Empatiyle dinlemek söyleneni kaydetmek, yansıtmak, hatta anlamaktan çok daha fazlasını gerektirir. Aslında iletişim uzmanlarına göre söylediğimiz sözler iletişimimizin yüzde onunu temsil etmektedir. Yüz de otuzunu çıkardığımız sesler, yüzde altmışını ise vücut dilimiz temsil eder. Empatiyle dinlemede, kulaklarınızla dinlersiniz ama aynı zaman da daha da önemlisi gözlerinizle ve yüreğinizle de dinlersiniz. Hem sağ hem sol beyninizi kullanarak sezer, hisseder ve içgüdülerinizden yararlanırsınız. Kendi otobiyografinizi yansıtıp düşünceleri, duyguları, dürtü ve yorumları varsaymak yerine karşınızdaki kişinin kafasındaki ve yüreğindeki gerçeklikle ilgilenirsiniz. Anlamak için dinlersiniz. Odak noktanız başka bir insan ruhunun derin iletisini almaktır.
Empatiyle dinlemenin derin bir terapi ve tedavi etkisi vardır. Çünkü karşınızdaki kişiye psikolojik solunum olanağı verir. Bir insanın fiziksel yaşamını sürdürmek dışındaki en büyük ihtiyacı psikolojik yaşamını sürdürmek; yani anlaşılmak, onaylanmak, değer verilmek, takdir edilmektir. Motivasyonu sağlayan sadece karşılanmamış ihtiyaçlardır. Bu yaşamsal ihtiyaç karşılandıktan sonra, odak noktanız etkilemek ya da sorun çözmek olabilir.
Önce anlamaya çalışmak, reçete yazmadan önce teşhis koymak zordur. Kısa vadede bunca yıldır işinize yarayan bir gözlüğü karşınızdakine vermek çok daha kolaydır. Doğal olarak elde edeceğiniz sonuçlar da kendinizi anlatmaktan başka bir şey olmayacaktır. Doğru ve sağlıklı bir iletişime öncelikle benlik bilincimizi potansiyellerimizi keşfederek yeniden oluşmasına fırsat vererek çevreden aldığımız olumsuz mesajları benliğimize atfetmeden başlayabiliriz. Kendimizi özümüzde kabul ettikten sonra kabul çizgilerimizi başkalarına karşı da genişletmiş olacağız. Unutmayın ki kendi kodunu çözmüş kişiler başkalarından anlaşılmayı beklemeyerek anlama odaklı olan erdemli insanlardır.
0533 373 81 23
KAYNAK;
D.Cüceloğlu ; “Yeniden İnsan İnsana”1993,İstanbul; Remzi Kitapevi
S.R.Covey ; “Etkili insanların 7 Alışkanlığı” 2006; Varlık Yayınları
Ü.Dökmen ; “iletişim Çatışmaları ve Empati”2006; Sistem Yayıncılık
N.Hortaçsu; ” İnsan İlişkileri”2003; İmge kitapevi